Çarşamba, Şubat 15

toza sordum.

bandini'yle karşılıklı susuyoruz.
benim elimde "minik köpek güldü"nün yayınlandığı dergi var.
epeyce zaman olmuş çıkalı, sahici olmayan bir merakla kelimelere göz gezdiriyorum.
bandini tepkimi ölçebilecek bir mesafeden çocuksu bir kibirle bakıyor,
biliyorum, yapıcı olmalıyım.

çay ya da kahve diyor,
sütlü lütfen diyorum.
öyküde kaybolmuş, tüm dil tomurcuklarımla duyumsamak için kelimeleri yalıyor gibiyim.
aslı bu değil.
sıkıldım.
bir daktilo mesafesinde mürekkep kokluyorum ve önümde bir bavul dolusu dağıtılmamış dergi var.
bir otel odası ne kadar sıkıcı olabilir?
bir test yayınındayız ve ben sunucu olamayacak kadar patavatsız, konuk olamayacak kadar beceriksizim.
bandini de öyle.
kibrinde öldürdüğü her örümcek adına ağlarla imza atıyor granül kağıtlarına.
susuyoruz öyle.
en iyi yaptığımız şey bu.
onun ve benim.

tanrıya el açıyoruz.
bitmeyen bilmecenin her taşına tükürdüğü için minnettarız,
öylece durmuş bize bakıyor,
inanıyoruz.
yokluktan ve boşluktan inşa bir dünyada depremi bekler gibiyiz.
bir gün olacak.
çürük inşamıza yalnızca tanrı değil, tüm gezegenler tükürecek,
biliyoruz.

camilla'nın çalıştığı barda konuşmuştuk,
ilk ve son düzlükte,
birlikte ve susarak.
kimsenin bilmediği doğa üstü bir gizemi taşır gibi,
nasıl da kalabalıklara karışamadığımızı...
narin ve nadide uzuvlarımıza zeval gelmesin diye çıkamadığımız tüm ağaçları,
ve açılamadığımız tüm denizleri.
tek tek ve gizli bir gururla.
hatırlıyorum.

Hiç yorum yok: