Salı, Eylül 13

Oyuz manzarasına hürmeten

hayatımın dörtte biri şu kelimeyle kaplı: deliriyorum.
ama hayatım tam olarak dörde bölünmüyor. nedeni; hayatımın tam olarak dörde bölünmemesi. ve bu sayede bazı eşyalar biriktiriyorum.

kral arthur doğduğunda ben daha çok küçüktüm ama hakimiyet kaygısını bıngıldağımda hissedebiliyordum. ve böylece başladı bu kesif savaş. hayır burada kurşun askerden bahsedecek kimse kalmadı. yani etrafımda. etrafımda kurşun askerden bahis açan uzak doğu sevecenliklerinden yok.

ben çok küçükken lojmanın duvarına kiremitle bir kapı çizmiştim. eğer kiremiti çok sıkı bastırmazsanız lojmana sizden sonra yerleşen memurun karısı duvarları şarap rengine boyatır. ve bu hayal etme yetinizin kapısının silindiği anlamına geliyor. zaten babam sıçan uçurtması yapmayı bıraktığından beri girişinde yıllanmış bir ağacın gövdesi olan o devlet dairesinde uçamadım. hastane kokusu kadar korkutucu evrakların üzerinde mühür olmaya da hiç niyetim yoktu.

derken babam lojmanın dökme beton kaldırımlarını inletecek bir korna sesiyle bize ilk arabamızı müjdeledi. salçalı ekmeğimi yere bıraktığım için annem elime vurmasaydı sevincim daim olurdu, döküldüm. silinen kapıdan bir tahta bavulla çıkıp hayallerimi yeni kırmızı arabamızın bagajına yerleştirdim. keşke babam o arabayı satmasaydı.

okulun ilk yıllarında, annem bir sonraki yıllar için hesabını yapmış ve bir kısmını eteğimin beline, kalanını da ayakkabımın topuğuna katlamıştı. bağkur emeklisi ender amca kırmızı arabamızı lisenin duvarına çarpmış, enkazdan tahta bavulumu buldum. neyse ki epey bir boşluk kalmış okul yılları hayallerim için, sağına soğuna tepiştirdim, kazan dairesine indirdim. hayalperestliğimden yakınan türkçe hocam bavulu saklandığı yerden çıkardığında babamın karşısında mahcup olmamalıydım. annem dolmadan artan içi aldığımız buzdolabının buzlanan buzluğuna yerleştiriyordu.

küçük şirin ve yobaz şehrimi terk etmeye karar verdiğimde üniversite kayıt formunu dolduruyordum. babam yine üzüntüsünü olmuşluğumu iteleyerek göstermeyi tercih ediyordu. radyoda joga çalıyordu, biliyorum.
evet bavulu toplamak kolay olmadı ama başardım, eksilmiş ve eskimiş suretine aldırmadan doldurdum. annem doldurma o kadar hiç birini kullanmayacaksın, biliyorum demişti. hakkı var, biliyordu.

gözlerim doluyor düşününce, dutları yıkamadan, üfleyerek yediğim o oyuz manzarasına hürmeten ağlamıyorum.
sonra canım sıkılıyor. kimseyi anlamadan bir tren garının mermer merdivenlerinde hayata sövüyorum. ve bence bu muhteşem bi fikir.

tişikkirler

Hiç yorum yok: